19. Venedik Dans Bienali’nden İzlenimler
- Mehmet Kerem Özel
- 3 Eyl
- 8 dakikada okunur
La Biennale di Venezia kurumunun 1934 yılından beridir önce müzik ve tiyatro festivallerinin içinde, 19 yıldır ise kendi başlığı altında düzenlediği Biennale Danza (Dans Bienali) 17 Temmuz - 2 Ağustos 2025 tarihleri arasında Venedik’te gerçekleşti. Festival her yıl düzenleniyor olsa da başlığında, düzenleyen kuruma ithafen, “bienal – iki yılda bir” ibaresi kullanılıyor.
İngiliz koreograf Wayne Mc Gregor'un dört yıldır devam eden artistik direktörlüğündeki festivalin bu yılki teması "Making Myth" (Miti Oluşturmak) idi. Ocak ayında açıklanan, festivalin açılışında sahiplerine takdim edilen bu yılki ödüllerde; Tywla Tharp Yaşam Boyu Başarı Altın Aslan ve Carolina Bianchi Gümüş Aslan ödüllerini aldılar. Festivalde, dokuzu dünya, ikisi Avrupa prömiyeri 18 yapım yer aldı, bunlardan 11'inde Biennale Danza ortak yapımcıydı.
Gösteriler
Son dört gününde konuk olduğum Bienal’de dokuz gösteriyi seyrettim. Bunlardan bir seçkiyi, seyretme sırama göre paylaşacağım.
Ventre do Vulcão

Bienali La Biennale di Venezia, Festival de Dança do Algavre ve Théâtre de la Ville, Paris ortak yapımı, Portekizli koreograf-dansçı Tânia Carvalho’nun Ventre do Vulcão adlı, 45 dakikalık solo gösterisinin dünya prömiyeri ile açtım.
20 yıldır dans dünyasının içinde olan Carvalho, Volkan’ın Göbeği olarak Türkçeye çevirebileceğimiz yapıtında el ve kol jestlerine ve yüz -özellikle de ağız- mimiklerine odaklandığı koreografik bir tasarım ortaya koymuş. Ventre do Vulcão solo bir performans ancak Carvalho sahnede yalnız değil; ekspresyonist ışık tasarımı (Anatol Waschke) ve XNX imzalı müziğin yanı sıra bizzat Carvalho’nun canlı icra ettiği seslerin ve çığlıkların dönüştürülmesinden oluşan ekspresyonist ses peyzajı (Juan Mesquita) ona eşlik ediyorlar ve yapıtın atmosferine etkileri büyük. Sadece sırtını ve ellerini açıkta bırakan siyah pantolon-etek kıyafetiyle Carvalho, bütünüyle boş ve siyah olan mekanı (bir tek, arka duvarın ortasında bir boşluk var, iki yanından sahneye girip çıkıyor) arketipik imgeler, içgüdüsel fizikalite ve doğaçlama durumlardan beslenen varlığıyla ustaca dolduruyor.
Carvalho Ventre do Vulcão ile, alımlamada kişisel ve kolektif hafızaya, kayıplara ve kaybolmuşluğa alan açan, ölçeği küçük ama etkisi yüksek, melankolik bir yapıma imza atıyor.
Simulacro

İkisi de İtalya doğumlu olan ancak uzun yıllardır Madrid’de yaşayan Antonio de Rosa ile Mattia Russo’nun dansçılarla ortak yaratım yoluyla, dinamik ve atmosferik işlere imza attıkları kolektif dans topluluğu KOR’SIA, yeni yapıtı Simulacro (Simülakra) ile, Haziran sonunda Madrid’in çağdaş sanat mekanı Condeduque’de gerçekleşen dünya prömiyerinin ardındanki ilk gösterimleri için, yapıtın ortak yapımcısı da olan Biennale Danza’daydı.
Simulacro, tahmin edileceği üzere, adını doğrudan Jean Baudrillard’ın Simülakra/Simülasyon kuramından ve dolayısıyla esinini de; kendilerinin ötesinde hiçbir şeye atıfta bulunmayan imgeler ve işaretlerden oluşan, tekrarlar ve boşluklarla her an kesintiye uğrayarak gerçekliğin yerini alan kaotik hipergerçeklikten almış.
Salona yayılmış dumanlar arasından perde açıldığında, seyirci tarafındaki kısmının kesildiği, ortadaki adasının üzerindeki devasa panodan dolayı arka tarafının gözükmediği dairesel bir yol kavşağıyla karşılaşırız. Bu “yok-yer”e aniden bir paraşütçü iner. Amber Vandenhoeck’in Rosa ve Russo ile iş birliğiyle tasarladığı senografinin önemli bir öğesi olan, sahne tavanına asılı ve oditoryuma da taşan dairesel ışık bandı, kavşağın zemindeki izini tamamlayarak seyirci tarafını da o “yok-yer”e dahil eder. Işık bandı kanımca sahnede bedenlerin; soyutluk, parçalılık ve belirsizliğin hüküm sürdüğü sanal dünyanın kısırdöngüsünde devindikleri, aktıkları, sürüklendikleri sonraki 60 dakikanın da temel atmosferini kurar. Bu süre zarfında yedi beden silah seslerinin ve Alejandro da Rocha imzalı, askeri bilim-kurgu filmlerini çağrıştıran telaşlı ve gergin elektronik müziğin arka planını oluşturduğu bir simülasyonun, adeta bir video oyununun içinde durmaksızın savaşırlar. Bu her şeye egemen ses peyzajı Lee Hazlewood’un Your Sweet Love ile Nina Simone’nun Love Me Or Let Me şarkılarıyla kesintiye uğradığında, sanki hem sahnedeki bedenler hem de oditoryumdaki seyirciler gerçek ile sanal arasındaki karmaşada kaybettikleri referansları yeniden bulur ve onlarla bağlantı kurar, insani olan hatırlarlar.
Simulacro doğrusal bir anlatısı olmayan; sahnede birbirleriyle bağlantısız parçalar, imgeler ve varlıklarla seyirciye ‘anlamak’tan çok ‘duyumsamak’, ‘alımlamak’tan çok ‘algılama’ temelli, kaotik bir deneyim sunan bir gösteri; tadı her damağa uygun değil.
Yoann Bourgeois & Patrick Watson

Yoann Bourgeois Art Company’nin 2022 yılından beridir Kanadalı müzisyen Patrick Watson ile birlikte sahnelediği konser-gösteri formatındaki Yoann Bourgeois & Patrick Watson başlıklı yapım da Biennale Danza’nın programındaydı.
Bourgeois bu gösterisinde, 2022’ye kadarki işlerinde akrobatik hünerlerini sergilemekte kullandığı ve onun alameti farikasına dönüşen bütün “oyuncak”larını; basamakları, trambolini, kaydırağı, yürüyen bantları, döner platformu, silindir akvaryumu ve dağılan sandalye/masaları sahneye yerleştirmiş. Patrick Watson ise 60 dakika boyunca genel olarak sakince akan, zaman zaman ivmelenen, Debussy ve Satie gibi klasik müzik bestecilerinden olduğu kadar cazdan da esinlenen, pop ile deneysel, folk ile rock arasında salınan atmosferik müziğini tek başına ve canlı olarak icra ediyor.
Yoann Bourgeois & Patrick Watson seyircileri tanımlı bir dramaturjik anlatı izleği olmadan, bir “best-of” kolajı niteliğinde, akıcı bir şiirsellikle ard arda dizilmiş; “arka arkaya yorulmaksızın basamaklardan çıkıp aşağı düşen/kendini atan ve tekrar basamaklara geri dönen insan”a, “arka arkaya yorulmaksızın tırmanıp yükseklerden farklı şekillerde kayarak kendini aşağıya bırakan insan”a, “arka arkaya tekrar tekrar üzerine düştüğü yürüyen bantta sürüklenen insan”a, “merkezkaç kuvvetine (bir iktidara/muktedire olabileceği gibi bir ilişkiye, aşka da) karşı farklı pozisyonlar alan insan”a, “her seferinde derin bir nefeslik de olsa, suyun içine, kendi dünyasına kaçan insan”a, “dakikalarca durdurak bilmeksizin basamaklardan inip çıkarak bir yerlere yetişmeye çalışan ama aslında kısırdöngüde dönüp duran günümüzün telaşlı insanı” figürlerine/durumlarına tanıklık ettiriyor.
Venedik’in dışında, Marghera Endüstri Bölgesi’ndeki devasa bir depoda sahnelenen gösteride Yoann Bourgeois’nın ve eşi Marie Bourgeois’nın da aralarında bulundukları beş performansçı, bir sekansta sahnedeki performansa da dahil olan üç kişilik teknik ekip ve Goury imzalı görkemli senografinin en küçük detayını bile aydınlatarak bambaşkalaştıran ışık tasarımıyla Jérémie Cusenier; prezisyonları, ihtimamları ve virtüöziteleriyle göz doldurdular, hayranlığımı tekrar teyit ettiler.

Friends of Forsythe

2023 Kasım ayındaki dünya prömiyerinden beridir geniş aralıklarla dünyanın çeşitli şehirlerini ve festivallerini dolaşan Friends of Forsythe (Forsythe'ın Dostları) da Biennale Danza’ya uğrayan gösterilerdendi. Dans disiplinini tanımlayan ve dönüştüren başat koreograflardan biri sayılan William Forsythe ile breakdance geleneğinden gelen Rauf "Rubberlegz" Yasit'in küratörlüğünü üstlendikleri, Rubberlegz ile birlikte, farklı dans formasyonlarından gelen ama kariyerlerinin bir noktasında yolları mutlaka Forsythe ile kesişmiş olan Brigel Gjoka, Riley Watts, Matt Luck ve JA Kolektifi’nin (Aidan Carberry ile Jordan Johnson) iş birliğinden doğan proje; halk dansları, salon dansları, breakdance, hip hop ve baleden beslenerek, farklı geçmişlere ve hareket dillerine sahip dansçıların fiziksel diyaloguna/iletişimine odaklanmıştı.
Altı dansçı, üç cephesine seyircilerin yerleştirildiği beyaz renkli, alçak ve geniş bir kare platformun tanımladığı dans alanında 60 dakika boyunca asimetrik ve aritmik giriş-çıkışlarla ikili, üçlü, dörtlü kompozisyonlar icra ettiler. Bu sürede dansçıların kollarının, bacaklarının, ayaklarının, yüzlerinin, ellerinin iç içe, üst üste geçtiği, birbirlerine dolandığı kompozisyonların yanı sıra, hiçbir uzuvları birbirine değmese de yan yana, arka arkaya hareket ederken bakışla, sesle, mimikle kontak kurarak birbirleriyle bedensel diyaloga girdikleri kompozisyonlar vardı. Bu; çeşitliliği, olasılıkları ve birlikteliği ortaya seren diyalogların en etkileyici tarafı hiçbir dans stilinin kendisi kalmaması, diyaloga girdikleriyle birlikte dönüşmesiydi.
Hiç kuşkusuz tasarlama sürecinde ve strüktürel olarak Forstyhe’ın doğaçlama tekniğinden beslenen gösteri, koreografik olarak ve sahne-müzik-kostüm tasarımları açısından her ne kadar had safhada soyut, gündelik ve referanssız da olsa, insanın diğeri/öteki ile ilişkisi üzerinden tanımlanan/tamamlanan kendi özüne dair bir anlatıyı da barındırmıyor değildi kanımca.
La mort i la primavera

Biennale Danza’nın kapanış gösterisi bir başka dünya prömiyeriydi: Son yılların yükselen yıldızı, Valensiya doğumlu koreograf Marcos Morau’nun Barselona’da yerleşik kendi topluluğu La Veronal ile sahneye koyduğu La mort i la primavera (Ölüm ve Bahar).
Morau, Venedik’in tarihi tiyatro binalarından Teatro Malibran’da iki akşam sergilenen yapıtını Katalan yazar Mercè Rodoreda’nın, program broşüründe “Yazarın ölümünden sonra yayınlanan, bitmemiş olsa da tamamlanmamış sayılmayan” olarak tanımlanan, aynı adlı romanından uyarlamış. Yazarı ve edebi karakterini tanımıyorum, spesifik olarak sözü geçen romanı okumadım, romanın konusu da program broşüründe yazmıyordu, sadece yukarıdaki alıntıya ek olarak Rodoreda’nın tüm zamanların en büyük Katalan yazarı sayıldığı ve karanlık bir hayal gücüne sahip olduğu bilgisi vardı. Canlı seyrettiğim bir (Opening Night) ve kayıttan izlediğim üç (Sonoma, Afanador, La Belle au bois dormant) yapıtından, Marcos Morau’nun da dünyasının karanlık, hatta oldukça derin ve yoğun bir karanlık barındırdığına aşinaydım. Dolayısıyla karşımdaki, 75 dakika boyunca kesif bir kasvet barındıran gösteri beni şaşırtmadı.
Sahne sanki bir araftı; ölümden önceki evre, ölüm evrenine dalmadan önceki alandı. Bestecisi olduğu özgün müziği sahnede dansçıların arasında yer alarak bizzat icra eden Maria Arnal’ın çığlık atar gibi tiz sesi biz seyircileri de sahnedeki arafa davet ediyordu. Düz ve mantık çerçevesinde bir anlatı izleği barındırmayan, parçaların bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş gösteride; sahnenin sol arkasında bir org, sağında kırmızı küçük bir kamyonet, tepeden sarkıtılan torbalar içinde cesetler, toprak zeminin süpürüldüğü devasa bir tütsü demeti, davullar, erkek olsun kadın olsun altı geniş siyah etek, üstü boyun ve ellere kadar iyice yapışarak vücudu bütünüyle kapatan sadece başı açıkta bırakan beyaz dantelli gömleklerden oluşan kostümler ve çarpıtılan eğri büğrüleştirilen bedenler çıkışsız, ya da tek çıkış yönü ölüm olan bu asi ve gizemli dünyanın öğeleriydiler. Taa ki, son sahnede dansçılar zemine dizili ceset torbalarından kırmızı güller çıkararak etrafa saçana kadar. İşte; sonunda da olsa, bahar gelmiş, yeniden doğum gerçekleşmişti. Yukarıdan arafın merkezine inen ağaç gövdesi adeta bir axis mundi’ydi; gövdenin üzerindeki kovuğa gidip yerleşen Maria Arnal ise gök, yer ve yeraltı arasındaki iletişimi sağlayan şaman. Arnal görevini yerine getirmiş, iletişimi kurmuş, bizleri sağaltmıştı. Kovuk sıvandı ve ışıklar karardı.
Koltuklarımızdan hiç kalkmamış, fiziksel olarak hiç hareket etmemiş olsak da, La mort i la primavera bizlere görselliğiyle, sesleriyle ve kokusuyla çok duyulu, ritüelistik bir deneyim, bir keşif, bir vahiy sundu; sindirmesi zaman aldı.
Biennale College Danza (Bienal Dans Okulu)

La Biennale di Venezia kurumu, düzenlediği tiyatro ve dans bienallerine paralel olarak Biennale College (Bienal Okulu) adı altında bir eğitim faaliyeti geçekleştiriyor. Dans Bienali’nin kapsamındaki Biennale College Danza için yıl başında yapılan açık çağrıya gelen başvurulardan hem genç dansçılar, hem de genç koreograflar seçiliyor. Bu yıl çeşitli ülkelerden seçilen 16 dansçı üç aylık süreçte; genç koreografların yapıtlarında, Biennale Danza tarafından repertuvar yapıtı olarak seçilen ve finanse edilen Sasha Waltz'in In C'sinde, yine Biennale Danza’nın yapımını üstlendiği Anthony, Kel ve Arnold Matsena’nın The Herds adlı yere-özgü (site-specific) kamusal sanat projesinde ve ayrıca Anthony ile Kel Matsena'nın Bienal için özel olarak dansçılarla birlikte ürettikleri The Remaining Silence adlı yapıtta görev aldılar.
Bienale konuk olduğum süre zarfında Biennale College Danza projelerinden genç koreografların yapıtlarının sahnelediği akşamı yakalayabildim. Tamara Fernando & Matthew Totaro ikilisi ve Wang Le 88 uluslararası başvuru arasından seçilen genç koreograflardı. Venedik yakınlarındaki, eski Marghera Kalesi’nin mevcut binalarından ve arazisinden dönüştürülmüş Forte Marghera rekreasyon alanındaki 30 numaralı pavyon yapısını kullanan Biennale College Danza, koreograflara da bu binaya/mekana özgü, yani yere-özgü yapıtlar üretmelerini sipariş etmiş. Koreograflar yapıtlarını üç aylık sürede bizzat mekanda dansçılarla çalışarak ve Wayne McGregor ve ekibinin danışmanlığında ortaya çıkararak geliştirmişler.
Fernando & Totaro ikilisinin 30 dakikalık Ai'm adlı çalışması; günümüzde kişinin akıcı, özgür ve sonsuz olduğunu sandığı sanal dünya ile kırılgan, somut ve sınırlarla dolu olan gerçek dünya arasında yaşadığı kişisel gerilim ve var olma sancıları ile, kolektif bir bakış açısıyla ötekini anlama ve kabullenme temalarını ele alıyordu. Fernando & Totaro seyirciyi mevcut yapının farklı bölmelerinde hareket ettirmeleri ve yapının üç ayrı parçasını dramaturjik bir anlayışla farklı şekillerde kullanmaları açısından cesaretli ve misyonunu yerine getiren bir işe imza atmışlardı. Yapıtın çıkış noktasına paralel olarak, dans eden dansçıların (Alice Del Frate, Gerard Jover Gutiérrez, Youngin Kim, Kasia Kuzka, Te Ma, Alonso Nuñez Quiros, Simone Orlandi ve Tong Pan) sırayla farklı formal düzenlemelerle diğerleri tarafından odağa/merkeze alınmaları üzerine kurulu koreografik yapı da tutarlı ve ilgiye değerdi. Antonio Cafasso’nun müziğinin ve İsabelle Bardot’nun işlevsel kostümlerinin katkısıyla da Ai’m, bütünsel olarak tatmin edici bir çalışmaydı.
Wang Le’nin coexistence’i ise ilahi olan ile insani olan arasındaki ortak varoluşu ele alıyordu. Yapıt, Li Kun’un uzun mavi eteklerden oluşan ve üst bedeni bütünüyle çıplak bırakan kostüm tasarımı ve mekanının üst-arka pencerelerinden gelen akşam ışığının da yardımıyla, heykelsi bir etkiyle başladı. Dansçıların nefes seslerinin eşlik ettiği ikinci sekansla birlikte ise yavaş ve ağırbaşlı bir dinamizmin hakim olduğu hareket dili kendini belli etti. Oldukça vaatkar başlayan ve nefes seslerinin katılımıyla sıra dışı bir niteliğe bürüne gösteri, ilerleyen anlarında aynı yoğunluğunu ve etkileyiciliğini koruyamasa da; Davide Cesari, Francesca Crisci, Marie Da Silva, Oriol Jover Gutiérrez, Iván Merino Gaspar, Aino Päivike, Maurizio Paolantonio ve LaMonte Sadler’den oluşan genç dansçı ekibin de gayretiyle keyifle izlenen bir çalışmaydı.
Yorumlar