Bu yazı ilk olarak performansfikri.com adresinde yayımlanmıştır.
Bir ya da daha çok sayıda insan neden başka bir ya da daha çok sayıda insan tarafından izlenilmek üzere ya da izlenilebildiği ortamlarda “dans” olarak adlandırdığımız beden hareketlerini yapar?
Bunun birinci derecedeki yanıtı basit: iletişim kurmak, anlam iletmek amacıyla. Göstergebilimdeki temel prensipler burada da bütünüyle geçerli: Dans eden beden de bir gösterge, yani kendi dışında bir şeyi belirliyor, bir şeye gönderme yapıyor.
Peki, neden söz, yazı, mim gibi araçlar yerine bazen bir de dans dediğimiz hareketler aracılığıyla iletişim kurmak istiyoruz? Başka türlü iletilemeyecek birtakım mesajlar mı söz konusu? Öyle ise, nedir bu mesajlar? Bu sorulara verilmiş yanıtlara baktığımızda herkesin kendi ilgi alanını düşünerek spekülatif (birçoğu da mistik) yanıtlar oluşturduğunu görebiliriz.
Ben iletişim açısından bakmaya çalışıyorum ve her türlü dansta bir ajitasyon dürtüsü(motivasyon) görüyorum. Ajitasyonu bir süreci başlatma, bir oluşumu tetikleme davranışı anlamında kullanıyorum. (Genelde olumsuz çağrışımları olduğu için, ajitasyon (agitation) kelimesinin “tahrik,” “kışkırtma” gibi Türkçe karşılıklarını kullanmak istemedim.)
Ajitasyon dürtüsünün iletişimsel “içeriğine” ve amacına göre de üç tür danstan söz edilebileceğini düşünüyorum: Erotik dans, katılım dansı (participatory dance) ve gösterim dansı (presentational dance).
Küçük ve kapalı toplumlarda bu türleri ayırdetmek oldukça kolay, çünkü birbirlerinden net bir şekilde, kalın duvarlarla ayrılıyorlar. O nedenle de sınıflandırma çalışmaları genellikle bu nitelikteki toplumlarda yapılan araştırmalara dayanıyor (etnokoreoloji, ethnochoreology). (“Katılım dansı” ve “gösterim dansı” sınıflarını araştırmacılar da kullanıyor.) Daha karmaşık ve açık kültürlerde, özellikle son elli yılda türlerin birbiriyle örtüştüğü uygulamalar ortaya çıktığı için, bunları birbirinden ayırmak doğal olarak oldukça güçleşiyor.
Erotik Dans:
Bu tür danslarda en belirgin ajitatif öge, adı üzerinde, cinsellik. Cinsel birleşmede ön plana çıkan beden birimlerinin ve hareketlerin sergilenmesiyle izleyende cinsel istek uyandırmaktan, yani fizyolojik bir etkiden söz ediyoruz. Doğal olarak, cinsel ajitasyon hareketleri toplumdan topluma pek fazla değişmiyor.
Bu tür danslarda her zaman için bir de “ben farklıyım” boyutu söz konusu: Hüner gösterimi dediğimiz şey, temelde, birisinin bir şeyi ötekilerden daha iyi yapabildiğini, en azından farklı olduğunu göstermesidir. Cinsel ajitasyon amacıyla yapılan dansların hemen hepsi müzik eşliğinde ve ritmik hareket kalıplarıyla sunuluyor ve hareketlerde genellikle, sportif ve akrobatik gösteriler gibi, herkeste olmayan bir beceri ya da çalışmışlık sergileniyor. Örneğin, dansçı arkaya doğru sıradan insanın yapabileceğinden daha çok bükülebileceğini, kalçasını daha uzun süre, daha çok sayıda kıvırabileceğini, vb. gösteriyor.
Bu “akrobatik” boyut ilk bakışta erotik danslarda epeyce bariz ve basit bir amaca yönelik bir etkinliği cafcaflamaya benzeyebilir ama Charles Darwin’in dans ve müzik konularındaki görüşlerini hatırlamakta yarar var:
Darwin bunların üreme sürecinde eş seçme ritüellerinin uzantısı olduğunu söylüyor: “Müzikal seslerin ve ritmin başlangıçta insanoğlunun kadın ya da erkek ataları tarafından karşı cinsi cezbetmek için kullanıldığı sonucuna varıyorum.” (Darwin, 3360) Yani, günümüz kavramıyla söylersek, ses ve hareket “reklam” amacıyla kullanılıyordu diyor: bunlarla taraflardan biri ötekine sağlıklı, dengeli, güçlü ve becerikli olduğunu gösteriyordu. Örneğin, yiyecek ve barınaktan sorumlu sayılan erkek “baba ben olursam hem çocuk sağlıklı doğar, hem de sana ve çocuğa başka erkeklerin bulabileceğinden daha bol yiyecek ve daha kaliteli barınak sağlayabilirim” mesajını iletiyordu.
Darwin bu ritüellere malzeme olan ses ve hareket kullanımlarının evrim boyunca giderek kendi başlarına kurumsallaşmış ve özerkleşmiş olduklarına inanıyor. Bunun günümüzde Darwin’in izinden giden kognitif psikologlardan Geoffrey Miller tarafından söylenen matrak bir versiyonu daha var: Kadın karşısında dans edip şarkı söyleyen erkeğe bakıp “bu adam böyle bütünüyle lüzumsuz işlere heveslenip bunlarla uğraşmaya vakit bulabildiğine göre, demek ki tuzu kuru, yani barınağını bulmuş, yiyeceğini stoklamış, emniyete almış” diye düşünüyor olabilir. (Levitin, 252-3).
Katılım Dansı (Participatory Dance):
Bu şemsiyenin altına bir baloda vals yapan çiftlerle bir diskoda “dağıtan” insanları, televizyondaki oyun havasıyla ayaklanan ev halkıyla bir İrlanda düğününde “jig” yapanları, Amerikan yerlilerinin ayinleriyle köy meydanında halay çekilmesini aynı kefeye koyuyoruz. Aralarındaki ortak nokta, mevcut kişilerin, genellikle sesle belirlenen ritme senkron, tekrarlı beden hareketlerine fiziksel katılımıdır. Bu türden dansın öncelikli dürtüsü, yani ajitatif öge, katılımın ve eşzamanlılığın sağlanmasıdır.
Bu türden dansların en tipik özelliği önceden planlanmış, prova edilmiş olmamaları. Öğrenilmiş hareketlerin (figürlerin) çok sayıda kişi tarafından aynı anda yapıldığı durumlarda bile, odak noktasını hareketin ne, katılan kişilerin kim olduğundan çok süreç oluşturur. Önemli olan katılımdır. Bu türden dans, bakış, dokunma, konuşma gibi kişilerarası iletişimsel davranışlara da açıktır.
Dünyanın her tarafındaki katılım danslarında iki ya da daha çok sayıda kişinin aynı hareketleri aynı anda yaparak dansetmesi neden yaygındır? Bu sorunun birinci yanıtı, sanırım, bir topluluğa ve ortama aidiyetin teyidi olması (dansın figürlerini herkes biliyor ve yapıyor). Popüler kültür ritüellerinin hemen hepsinde görülen bir nitelik. İkincisi, eşzamanlılığın, bütünleşmenin verdiği bir rahatlama duygusu olabilir (“ayinsel” (ritualistic) bir rahatlama da denilebilir). Üçüncüsü de, danstaki figürleri öğrenmiş ve yapabiliyor olmaktan gelen bir hüner sergileme amacı olabilir. (Çok sayıda kişinin aynı hareketi aynı zamanda yapmasına sık sık “güzel” sıfatı da yakıştırılır ki bence üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur bu.)
Bu tür danslarda ajitatif dürtünün öncelikle katılımın sağlanması olduğunu söyledim ama bu, katılanların bedenlerini sergileme amaçlarının olmadığı ya da hareketlerinin simgesel olmadığı anlamına gelmiyor. Bir izleyen olduğu sürece hüner sergileme faktörünün de, cinsel ajitasyon faktörünün de bütünüyle varolmaması olanaksız.
Gösterim Dansı (Presentational Dance):
Sahneli salonlarda, gösteri mekanlarında sunulan, izleyenlerin yalnızca pasif biçimde izlemekten öte bir şey yapmadığı danslar düşünülerek “gösterim dansı” (performance dance) diye bir kategoriden söz edilir. Buna “konser dansı” (concert dance), “teatral dans” (theatrical dance) gibi genel adlar da veriliyor. Bale, modern/çağdaş dans gösterisi, halk dansları gösterisi, her türlü “ekstavaganza” bu kategoriye sokuluyor.
Böyle bir kategori oluşturulmasını doğru, ama kategoriyi belirleyen kriterleri yüzeysel ve biraz baştan savma buluyorum. İzleyicilerin pasif olduğu, oturup izlediği durumlar dendiğinde “peki, erotik dansları izleyenler de kalkıp dansa katılmıyorlar, o zaman aradaki fark ne?” diye sorulabilir. Bir halk dansları gösterisinde izleyiciler coşup oynamaya başlasalar ne olacak? Yani, kategoriyi izleyicinin konumuyla açıklamak yetersiz.
Ben bu türün belirlenmesinde de motivasyonun düşünülmesini öneriyorum. Erotik ve katılım danslarında göstergeler aracılığıyla izleyenlerde fizyolojik bir tepki oluşturmaya çalışılıyor. Gösterim danslarında fizyolojik etki yerine zihinsel iletişim hedeflenir denilebilir mi? Deniyor. Bu, iletişimin yalnızca “düşünsel” olması anlamına gelmiyor, hareketlerde simgesel/çağrışımsal nitelikler kullanılarak ya da doğrudan izleyicinin belleğindeki dans paradigmalarına başvurularak duygusal tepki yaratılması düşünülüyor (bkz. “Dans Tiyatrosu”).
Erotik dans ve katılım dansında olduğu gibi, burada da hüner gösterimi söz konusu. Hatta çok daha ön planda. Örneğin, halk dansları doğdukları ritüel ortamından alınıp sahneye çıkarılınca çok farklı bir nitelik kazanıyor, antropolojik bir tanıtıma ve/veya hüner ve çalışmışlık sergileyen eğlendirici bir ekstravaganzaya dönüşüyor. Katılım ortamındaki süreç burada ürünleşiyor. İzleyici planlanmış, prova edilmiş ve “iyi” icra edilen bir ürün talep ediyor. Hemen her türlü gösterim dansında ürünün tüketilmeye değer olduğu bu “iyi” sıfatıyla ifade ediliyor.
“İyi”yi ne belirliyor? “İyi”den kasıt, hemen her zaman, sıradan insanın yapamadığı hareketleri yapabilecek fiziksel yapı, çalışmışlık, beceri gibi niteliklerin varlığı oluyor. Bunların olup olmadığını da izleyici yaşam deneyimlerine ve daha önce izlediği danslara göre kararlaştırıyor. Örneğin, katılım dansı özelinde bütünleşme duygusunu sağlayan aynılık (uniformity), sahnede beceriyi ölçmek için kıstas niteliği kazanıyor (“dansçıların ayakları uyuyor mu, şaşıyor mu?”). Gösterilerin izleyiciye yönelik olması ve izleyicinin oluşturduğu beklenti ve kıstaslar, kaçınılmaz biçimde standartlaşma, düzenlilik ve kurallaşmaya yol açıyor.
Cinsel boyutun bu tür gösterilerde yerinin olmadığını söylemek biraz kafayı kuma gömmeye benzer (defilelerde mankenlere değil, yalnızca giysilere bakıldığını savunmak gibi). En azından, izleyicinin bedenlerin biçimini incelemediği bir gösteri söz konusu olamaz. En standart bale gösterisinde bile izleyici kimin bacağının daha uzun, kimin kaslarının daha kalın, kimin yüzünün daha güzel, kimin kalçasının daha büyük olduğuna bakar, herkes de bunun farkındadır ama, kurallar gereği, sözü edilmez.
Son olarak: Dans, üzerinde düşünülmesi, yazılıp konuşulması en güç konulardan biri. Bu güçlüğün birinci nedeni bence “dans” kelimesinin kendinden kaynaklanıyor: Birbirinden son derece farklı uygulamaların hepsine birden dans denilince, dansın ne olup ne olmadığını tanımlayabilmek son derece güçleşiyor.
Örneğin, küçük ve kapalı toplumlarda bu karmaşa daha az oluyor, kültür bu kategorileri birbirinden ayrı etkinlikler olarak algılıyor. Toplum kapalılığını sürdürdükçe, söz gelişi düğün ritüelinde, “dans etmek,” “halay çekmek,” “göbek atmak” pek birbirine karışmıyor. Karmaşa, “dans” kelimesinin global bir şemsiyeye dönüşmesiyle ve altına birbirinden son derece farklı gösterim dansı türlerinin girmesiyle ve “sanatsal dans”ın akademik bir konu olmasıyla başlıyor.
“Dans” kelimesi globalleşti dedim ama biraz incelersek birçok dildeki kullanımında ciddi bir keşmekeş olduğunu da görebiliriz. Fazla uzağa gitmeye gerek yok, Türkçe’ye bakalım: Fransızca “kadın dansçı” anlamına gelen “danseuse” kelimesi Türkçe’ye “dansöz” olarak girmiş ama bu yalnızca belirli bir tür dansı yapan insanlar için kullanılıyor. Modern dans icracılarına gidip “dansözlüğe ne zaman başladınız?” deseniz en azından azar işitirsiniz, çünkü onlara “dansçı” deniyor. Bale yapanlara da “dansçı” derseniz bir tepki almayabilirsiniz ama “balerin/balet” derseniz daha makbule geçer.
Comments