Neden Olmasın? - Çıplak Ayaklar Kumpanyası
- İlker Çalışkan
- 6 gün önce
- 6 dakikada okunur
Üretimlerini çakSTÜDYO'da da sürdüren ve Taşıdıklarımız'ın asistanı olan dans ve performans emekçisi Selim Cizdan 1 Mayıs'ta, 400'ü aşkın yurttaşla birlikte gözaltına alındı. Selim'in özgürlüğüne kavuşmasından dolayı çok sevinçliyim. Tutsak olan bütün işçilere, insanlara ve yeryüzüne özgürlük! Yaşasın eşit ve onurlu bir yaşam için mücadelemiz!
İlker Çalışkan
Çıplak Ayaklar Kumpanyası (ÇAK) yirmi iki yaşında; ben 29. Çıplak Ayaklar Kumpanyası Tophane’de; ben Tophane’yi pek bilmiyorum, öğreniyorum. Çıplak Ayaklar Kumpanyası bir dans kumpanyası; ben kumpanya değil yalnız bir tiyatrocuyum ve tiyatronun ne olduğunu pek bilmiyorum, öğreniyorum. Esasen dansın ne olduğunu da pek bilmiyorum ve şimdi bir dans kumpanyası hakkında iki çift bir şey söylemeye çalışıyorum. Cüretkârca bulabilirsiniz ama konu ben değilim. Belki bilmemenin keyfini birlikte sürebiliriz diye yazıyorum.
ÇAK’ın yaptıklarını seyrettiğimde Beirut’un kimi şarkılarını eskiden dinlerken kapıldığıma benzer hisleri duyuyorum. Elbette hisler değişir ve örnekler çoğalabilir. Bir şeyi izlerken, biriyle konuşurken, bir yerlerde dolaşırken ortaya çıkabilirler. Sanırım ortak özellikleri içten gelmelerinde, içinden bir şeyleri koyarak yapmakta. Ben böyle anlatmaya çalışıp debelenirken aslında Artaud yüzyıl önce oyunculara “yürek atleti” diyerek bunun adını koymuştu. Yine de “gönül” deyip defteri kapatmaya içim razı gelmiyor. Ayrıca Kineo Dergi bu yazım için bana telif ödeyecek. Eh, anlayacağınız gönül biraz söz dinleyecek. “Çıplak Ayaklar’da neyi seviyorum?”dan yola çıkıp “Çıplak Ayaklar nasıl dans ediyor? / Dans etmenin kendisi nasıl bir şey? / Ben dansta ne buluyorum? / Nesi güzel geliyor?” gibi sorulara cevaplar aradım. Bunun için Kumpanya’dan Mihran, Maral ve Büşra’ya yazılı olarak bazı sorular sordum; çakSTÜDYO’da Mihran ile görüştüm; oradaki ve dijitaldeki arşivlerini biraz karıştırdım ve biraz da aklım karışana kadar orada bira içtim.
çıplak ayak
bir anlık öznesini yitirmiş bir nesne olarak
bir düş ülke: çıplak ayak¹
Şimdi… Çeşit çeşit tanışmalar vardır, olabilir. Mesela bir ay önce şöyle bir şey diyebilirdim: “Çıplak Ayaklar Kumpanyası’nın işleriyle ilk defa 2019 yılında tanıştım. İzmir’de.” Şimdi ise Tophane’ye, Stüdyo’ya uğramalarımdan sonra böyle bir şey demeyi tercih ederim: “ÇAK’ın oyunlarından biriyle 2019’da, İzmir’de tanıştım: Sen Balık Değilsin Ki.” Kineo Dergi’den Maya ile konuşup ÇAK hakkında, “hakkında” ne demekse, bir yazı yazmak istediğimden bahsetmiştim. Bu fikir ona da güzel gelince önce Kumpanya’dan Mihran ile görüştüm. Ben eller “Daha dans ne tiyatro ne ayıramıyor musun birbirinden? Hele hele performans?” derler diye alışkanlık edindiğimden, zoraki, “Peki ya işleriniz?” minvalinde bir şeyler gevelerken Mihran “oyunlarımız” diye diye bana arşivlerini gösteriyordu. Sıradan anlardan keramet çıkaracak değilim sevgili okur ama teklifsiz cömertliklerin de kıymetini bilmek gerek. Mutlu olmuştum, güzel bir ilk karşılaşmaydı. Memnuniyetim, terminoloji sandığım ayrımları yeni karşılaşmalara tercüme etmekten değil “oyun”un zaten herkesin bilebileceği bir dil olduğunu hatırlamaktan geliyordu. Güzel, şifreler çözmüyoruz; oynanan oyunlara bakıyoruz. Bu güzel.

Lafı uzatmak istemem ama laflar bazen beni yoruyor, sevgili okur. Gerçi anlar da bir lokmada kayboluyorlar, anlatmayıp n’apacaksın? Öyle mi? Mihran ona yazdığım bir soruya “Zaman kırılması” anlarını arıyorum, bunu başarabileceğiniz yegane sanat dallarından biri de dans, diye cevap vermişti. Ben de hayal etmeyi denemiştim: Zaman kırılması nasıl bir şey olabilir? Kırıldıktan sonra ne olur? Anların birbirine karışması ve içlerinden yenilerinin ya da birbirlerine değdikçe bize yeni gelenlerin ortaya çıkması gibi sanki, demiştim kendi kendime. Bir şeyleri çözdüğümü düşünmüştüm. Komikti. Tiyatroda bir ezber vardır, muhterem okur: Karakter kırıldıkça hikâye derinleşir. Sonra anlatılan o hikâyeler düğümlenir ve malumunuz… Komik değil mi? Bir şeyleri art arda sıraya dizdin diye çözdüğünü zannetmek… Bir araya gelen anlar sıraya girmez ki, bir araya gelir. Güzeldir, bunu görmek gerekir. Büşra da dansın güzelliğini “Kelimelerin olmadığı, yetmediği yerde hareket, dans hep vardı.” diyerek tarif ediyor.
Tiyatroda birçok ezber vardır. Mesela gözle takip edilir hikâye. Ve gözlerin de ezberi vardır. İnsandır, yanılır. Oyuncular da bazen bakışın ezberlerine takılır: Aldım-verdim-ben seni gördüm. Dans gösterilerinde ise bakışın zorbalığı azalıyor gibi görünürdü bana. Sence de öyle mi, diye merak edip Kumpanya’dan Maral’a sorduğumda “Bizce bu tamamen teknik bir sorun. Tekniği olan her oyuncu da dansçılar gibi sadece oyunu ile var olabilir.” diyerek bana o gösterilerde de seyirci olduğumu hatırlattı. Diğer taraftan bakışla kurulan ilişkinin illa baskıcı olması gerekmediğini de söylemiş oldu: “Özen icrada kalırsa, teknikle her türlü içten paylaşımlar, etkileşimler yakalamak mümkün.” Yani tiyatroya hüküm giydirip dansa özgürlük devşirmek de pekâlâ benim ezberim olabilir. Oysa dansın özgürlüğü için dansa dans olarak bakmak ve onun da bir oyun olduğunu unutmamak yeterli.
bir düş ülke: çıplak ayak
ayartıcı, sapkın, gözükara
baş döndürücü yolculuğu da böyle başlar²
“bir düş ülke”dir, ya da bu “düş ülkeyi” arar…³
Bu yazının itkisi Taşıdıklarımız’ı (https://ciplakayaklar.com/ortak-yapimlar/tasidiklarimiz/) seyrettikten sonra ortaya çıktı. Taşıdıklarımız’ı defalarca seyrettikten sonra, demeliyim daha doğrusu. 2022’nin başlarında ilk kez izlediğimde çok etkilenmiştim ve sonrasında aralıklarla seyrettim. Her seferinde büyük bir merakla izlediğim oyuna duyduğum ilginin özellikle de sonundan kaynaklandığını fark ettim: Dans. Çok ilginç, değil mi? Oyun ismiyle müsemma, somut ve soyut olarak taşıdığımız şeylerle kuruluyor ve bazen de yıkılıyor. Onlarla hareket ediyor; birilerine, bir yerlere ve bizzat o şeylere bağlanıyor ya da tüm bunlardan kopuyor. Tam böyle bir kopuş anında iki kişi dans etmeye başlıyor. Oyunun üretiminde ve icrasında müzisyen Berke Can Özcan ile birlikte yer alan iki dansçı: Leyla Postalcıoğlu ve Mihran Tomasyan. Taşıdığı şeyleri bırakan bu iki insan duydukları müziğe kendilerini veriyor ve hareket etmeye başlıyor. Bedenlerinde, birbirlerinde ve etraflarında dans etmeyi keşfediyor. Bana ve eminim birçoğunuza çok tanıdık gelecek bu sahne dans etmenin büyülü tarafını açığa çıkarıyor: Dans etmek. Size de olmaz mı? Böyle çekine çekine hareket ettiğiniz kalabalıkta bir tel kopar, bir an, hayat yorgunluğunuz ayaklanır; koyverirsiniz; dans edersiniz. Karşılaşabileceğimiz türlü zorluklara karşılık hareket etmenin kendisi dönüştürücü bir potansiyel, dansa devam etmek ise müthiş bir haz taşır. Onun vereceği özgürlüğü duymak için hiçbir anlama, hiçbir sözcüğe ihtiyaç yoktur.

Taşıdıklarımız, Kumpanya’nın yirmi iki yıllık hayatı boyunca beraberinde getirdiklerine (https://ciplakayaklar.com/kumpanya/gosteriler/) bakma isteği uyandırdı. Daha büyük olmama rağmen yaşım yetmediğinden oyunlarının birçoğunu ancak dijital arşivden izleyebildiğim Çıplak Ayaklar; 2003 yılında Why? İnçu? Çima? Neden?…. gösterisiyle soru sorarak başladığı hayatının ilk yıllarını Kelimeler, Mirror ve Davet ile daha çok hareket formunun, yüksek ritmin ve epizodik yapının göze çarptığı gösterilerle geçiriyor. Mehmet Barış’ı Seviyor, Engin-Ar, Sen Balık Değilsin Ki, Hayat Ağacı, SAR, İstanbul’da Herkes Nasıl? gibi ilerleyen yıllardaki gösterilerinde ise hikâye anlatıcılığının çeşitli olanaklarından faydalandığı; daha tiyatrosal ve bütüncül yapıda diyebileceğimiz gösterilere yöneliyor. Ve henüz izleyemediğim bir dolu gösteri daha: ⁴ Kalon Kakon, Fail-i Meçhul, dzzzt dzzzt, Şehirde, Kontrol, Ters Okyanus, Gomidas’la Yolculuk, Kız Doğdu, TÜH!, Hiçbir Şey Yerinde Değil, Gölge Veri. Bir demirci atölyesinden dönüştürüp 2007 yılında yerleştikleri çakSTÜDYO ise Kumpanya’nın hayatında bir dönüm noktası oluyor. Ekip böylece dans provalarının yanı sıra özellikle ışık ve ses gibi sahne olanaklarının araştırıldığı bir alana sahip olabiliyor. Neoliberal politikalar ve kentsel dönüşüm nedeniyle İstanbul’da birçok kültür sanat topluluğu mekânlarını ve dolayısıyla profesyonel hayatını yitirirken çakSTÜDYO, Kumpanya’nın olduğu kadar ister dans ister başka kökenlerden gelsin diğer sanatçıların da çalışma ve gösteri mekânı oluyor. Ayrıca profesyonel birliktelikler dışında seyircisiyle ve üreticisiyle bir buluşma yerine dönüşüyor. Henüz emekleyen çakARAZİ de İznik’te, bu yolda yürümeye hazırlanıyor.
Başta, Çıplak Ayaklar’ın mekânına ve yaptıklarına bakıp onların gösterilerini niçin sevdiğimi ve nihayetinde de dansın benim için ne ifade ettiğini bulacağımı ummuştum. Açıkçası mesele cevaplarsa çuvallamış vaziyetteyim. Ama dansın hep değişen bir şey olduğunu, güzelliğinin de beni etkileyen sürprizli hâlinin de buradan kaynaklandığını fark ettim. Onların performanslarına ve Stüdyo’da organize ettikleri birçok buluşmaya baktığımda dansın en temelde hareket ile hareketsizlik arasında bir yerde vücut bulduğunu ve bunun dışında her şeyin değişebileceğini, dolayısıyla da her şeyin mümkün olduğunu öğrendim. Farklı üsluplardaki oyunlarına veya farklı alanlardan gelen sanatçılarla yaptıklarına baktığımda asıl bir araya gelmenin öncelendiğini gördüm. Buraya bakarak, buluşmaların nefes alıp veren canlılığının sonucunda dansın da sürekli dönüştüğünü söyleyebilirim. Kumpanya’nın seyircisiyle kurduğu ilişkinin gücü de buradan kaynaklanıyor diye düşünüyorum. Mihran’ın anlattığına göre Stüdyo’da “Umutsuzluğa Alışma” yazısının yanında bir zamanlar “Hâlâ nasıl sessiz duruyoruz” da yazılıymış ama ikincisi zamanla kaybolmuş. Yalnızca sokaklara çıkınca değil Kumpanya’nın yaptıklarıyla da yerini bulan bu yazılardan ikincisi, ÇAK’ın yirmi iki yıldır verdiği emeklerin karşısında kendi çekip gitmiş olabilir. Çünkü umut birlikte üretmenin heyecanına, hayatı paylaşmanın neşesine ait dilleri konuşur. Stüdyo’daki “İlkler/Kategori Dışı” dışı klasöründe bulduğum tanıtım yazısında da dediği gibi: “Kendi işlerini üretmek, kendi kadrosunu kurabilmek, hayallerine yaklaşmak hep deneme aşamasında kalmak……. ve çıplak ayağının heyecanını tüm dünyaya kaşıtmak bir sonraki projeler sayılabilir. Neden olmasın?”
Comments