top of page

Fikrî Mülkiyet Hukukunun Sahnesi: Performans Sanatı, Dans ve Koreografi

  • Yazarın fotoğrafı: Pınar Sönmez
    Pınar Sönmez
  • 27 Ağu
  • 8 dakikada okunur

2018’de, Mamut Art Project’te sergilenen performans eserlerinin yeniden satışa çıkarılması ile ilgili Istanbul Art News’in sorularına verdiğim demeçte, performans sanatının Fikrî Mülkiyet ve Sanat Hukuku açısından farklı haklar ihtiva eden ve her yönden değerlendirilmesi gereken bir mevzu olduğunu belirtmiştim. 


Akabinde dans, performans ve koreografiye dair legaliteyi Yeditepe Üniversitesi Sanat ve Kültür Yönetimi’nde ve Mimar Sinan Üniversitesi’nde yürüttüğüm Fikrî Mülkiyet ve Sanat Hukuku derslerinde; birlikte fikir üretimiyle pek çok kez ele aldık. Bale yapmış, dansla kendini ifadenin anlamını bizzat yakalamış bir avukat olarak dansın hukukta yankı bulan alanıyla ilgilenmek kesinlikle çok güzel, hakikatli ve etkili bir anahtar. Performans sanatına giden yolda önce dans ve hukuk ilişkisinde kanunî gerçekleri anlatmakta fayda var. 


"ROTA", Fotoğraf: Ayten Çelik, 2025.
"ROTA", Fotoğraf: Ayten Çelik, 2025.

ESER KORUMASI VE DANS, KOREOGRAFİ, PERFORMANS SANATI


Kıta Avrupası Hukukunda, mehaz Alman Kanununda ve Hukukumuzda fikrî mülkiyet hakları “eser” ve “eser sahibi” temel alınarak konumlandırılır ve korunur. 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında koruma için söz konusu yaratıcı ürünün, eser vasfını haiz olması gerekir. Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu m.1/b’ye göre eser “sahibinin hususiyetini taşıyan ve ilmi ve edebiyat, musiki, güzel sanatlar veya sinema eserleri olarak her nevi fikir ve sanat mahsulleridir.” Bu demek oluyor ki, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ile hukuki koruma sağlanacak “eser”in, yasada yazılı eser türlerinden birine girmesi ve sahibinin hususiyetini taşıması gerekmektedir. Böylelikle korunacak olan, eser sahibinin malî ve manevi hakları; yasada açıkça sayılmıştır. Malî haklar eserden iktisaden yararlanabilme yetkisini açıklar ve yasada işleme, çoğaltma, yayma, temsil, umuma iletim (yayın) hakkı, pay ve takip hakkı şeklinde belirtilmiştir. Manevi haklar ise eseri umuma arz yetkisi, adın belirtilmesi yetkisi, eserin aslına varma yetkisi ve eserde değişiklik yapılmasını men etme yetkisidir. 


Sanatsal ve yaratıcı eylem bireysel olduğu kadar dans ve performansta da görebildiğimiz üzere kamusal bir ifade biçimidir. İşte bu nedenle fikrî mülkiyet açısından dans ve performansı tüm hukuki haklarla beraber düşünmek icap eder. Üstelik Anayasa’nın 27. Maddesinde yer alan “Bilim ve Sanat Hürriyeti” hükmüne göre, “Herkes bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırma hakkına sahiptir.” Geleceğin inşasında kamusal sanatın ileri taşıyan etkisini teminen; Anayasanın, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun; yurttaş hakları ve Özgürlükler Hukuku esasında yorumlanması, uygulanması elzemdir. 


Öte yandan, Anayasanın 75. Maddesindeki “Sanatın ve Sanatçının Korunması” başlıklı hükme göre, “Devlet sanat faaliyetlerini ve sanatçıyı korur. Sanat eserlerinin korunması, değerlendirilmesi, desteklenmesi ve sanat sevgisinin yayılması için gerekli tedbirleri alır.” Bu maddenin karşılığını bulması; ifade hürriyetinin yükseldiği, sansürden uzak durulduğu, otosansüre yönelmeye sebep olunmadığı, yaratıcı değerlerin netlikle benimsendiği ülke koşulları ve yaşam görüşü ile bütünseldir. 


Peki yasada “dans” var mı, “performans sanatı” var mı? 


Fikir ve Sanat Eserleri Kanununda “dans” karşılığı “raks” ibaresinin kullanıldığı ve ayrıca “koreografi”nin yer aldığı görülmektedir. Şöyle ki; 


B) Fikir ve sanat eserlerinin çeşitleri: 

I – İlim ve edebiyat eserleri:

Madde 2 – İlim ve edebiyat eserleri şunlardır:

1. (Değişik: 7/6/1995 - 4110/1 md.) Herhangi bir şekilde dil ve yazı ile ifade olunan eserler ve her biçim altında ifade edilen bilgisayar programları ve bir sonraki aşamada program sonucu doğurması koşuluyla bunların hazırlık tasarımları,

2. (Değişik: 1/11/1983 - 2936/1 md.) Her nevi rakıslar, yazılı koreografi eserleri, Pandomimalar ve buna benzer sözsüz sahne eserleri

3. (Değişik: 7/6/1995 - 4110/1 md.) Bedii vasfı bulunmayan her nevi teknik ve ilmi mahiyette fotoğraf eserleriyle, her nevi haritalar, planlar, projeler, krokiler, resimler, coğrafya ve topoğrafyaya ait maket ve benzerleri, her çeşit mimarlık ve şehircilik tasarım ve projeleri, mimari maketler, endüstri, çevre ve sahne tasarım ve projeleri.

(Ek: 7/6/1995 - 4110/1 md.) Arayüzüne temel oluşturan düşünce ve ilkeleri de içine almak üzere, bir bilgisayar programının herhangi bir ögesine temel oluşturan düşünce ve ilkeler eser sayılmazlar.”


Nasıl Marka Hukuku kapsamındaki marka imgesi ile gündelik hayat içinde dile getirdiğimiz marka söylemi arasında farklar mevcutsa, dansı bir güzel sanat dalı mahiyetinde bilsek, anlamlandırsak da; görüldüğü üzere mevzuatımız, dans ve koreografiyi güzel sanat eserleri kategorisinde değil, ilim ve edebiyat eserleri başlığı altında belirtmekte ve korumaktadır.


FSEK madde 2’ye göre ilim ve edebiyat eserleri temelde 3 fıkra altında 3 grup ile sınıflandırılmıştır:

1. Dil ve yazı ile aktarılan eserler.

2. Sözsüz sahne eserleri.

3. Bedii vasfı olmayan eserler.


FSEK madde 2/2’de; dans, koreografi, pandomima devamında “buna benzer sözsüz sahne eserleri” gibi kapsayıcı bir kavram kullanılarak söz içermese de performansa dayalı eserler için genel bir çerçeve çizilmiştir. Dans ve koreografi sözsüz sahne eserleri vasfıyla sahnede çeşitli beden dili ve hareketleriyle ortaya konulan performanslardır. 


Dansın FSEK kapsamında eser niteliğini taşıyarak korunabilmesi dansa ilişkin hareketler bütününün yani tüm fiziksel figürlerin yazı ile gösterilebilir veya yazılı olmadığı hallerde tekrarlanabilir bir düzen içermesi ile mümkündür. Dansın yazılı veya (başka bir şekilde tespit edilmemiş olsa dahi) tekrarlanabilir olması yasal koruma için elzemdir. Fikrî hak korumasına tâbi eser, dansın herhangi bir şekilde, yasada geçen tabirle alelade icrası ile değil, her şeyden önce içerdiği düzenli, sistematik ve tekrarlanabilir hareketler bütününün yaratılması ile vücut bulacaktır. 


Tam burada Pina Bausch’un tasvirlerinin ve anlayışının, hukuki tanımlamalarla ne denli koşut olduğuna işaret etmek isterim: Koreografiyi “bağlantılı hareketler” tanımının dışına çıkaran Pina Bausch, kendisine koreograf değil; “dans tiyatrosu yazarı” demeyi tercih ediyor. Dans ise teatral bir anlatım aracı. Dansında teknikten çok; duyguları ve insani ilişkilerin boyutlarını ön plana çıkarmaya çalışıyor. Tiyatro ile dansın kaynaştığı, sınır tanımayan düş gücü ve teknik yetkinliğin el ele verdiği çalışmaları, geniş yelpazedeki duyguları ayaklandırıyor. Onun dansındaki görselin içinde metinler var ve “tekrar” en sevdiği vurgu. (https://www.mimesis-dergi.org/2021/07/pina-bausch-dans-et-dans-et-yoksa-yok-olup-gidecegiz/


Demek ki, FSEK tarafından korunacak Koreografi neyi içermelidir? 

Çok net:

1-Dans adımlarının yazılı ifade edilmesi, 

2-Bir dans gösterisinde programın genel hatlarını içermesi, 

3-Bale veya müzikal gibi dans elementine sahip performans sanatlarında dansı oluşturan adımların ve hareketlerin sistematik ve tekrarlanabilir düzenlemesi, sahnelenebilir bir bütünlük arz etmesi olduğu dikkate alındığında eser sıfatıyla FSEK kapsamında korunacağı açıktır.


"A Single Lace Floating in Space", Fotoğraf: Erkan Erden, Kat Sahne, 2025.
"A Single Lace Floating in Space", Fotoğraf: Erkan Erden, Kat Sahne, 2025.

PERFORMANS SANATI VE YASA 


Performans sanatı yasada tahdidi belirtilmemiş olsa da içeriği itibarıyla dans, senaryo, yönetmenlik, icracı sanatçı başlıklarıyla hakka konudur. “Yaratma Gerçeği İlkesi’ne göre eser yaratıldığı anda meydana getirilmiştir. FSEK m.1’e göre; eser herhangi bir tescile veya şekle bağlı olmaksızın, vücuda getirildiği andan itibaren Kanun hükümleriyle korunur. Bu madde, fikrî hakların doğumunun tescile değil yaratım ânına bağlı olduğunu net şekilde ortaya koyar. Dolayısıyla haklar için tescil gerekmemektedir. Ancak ispat açısından aidiyetin bilgilerini, yazılı düzenlemeleri, video kayıtlarını eser sahibinin email ve posta yoluyla kendisine veya güvendiği kişiye iletmesi ve zaman damgası ile arşivleme önerilir. 


Bunun yanında, eserin kullanım hakkının devrinden bahsedeceksek “Sözleşme Serbestisi ve Yazılı Şart” başlıklı FSEK m. 48’e başvurmak gerekir: “Mali hakların devri veya bu hakların kullanılmasına izin verilmesi, yazılı şekilde yapılmadıkça geçerli olmaz.” 


  • Bir sözleşmede “bütün haklar devredilmiştir” gibi genel ve muğlak ibareler geçerli değildir.

  • Hangi mali haklar (çoğaltma, yayma, temsil, işaret-ses-görüntü ile iletim vb.) devrediliyorsa, ayrı ayrı ve açıkça yazılmalıdır.


Bu durumda diyebiliriz ki; sadece hak devri değil, sözleşmenin konusunun da açıklığının sağlanması, sarih, hakların dengelendiği, açık, net bir sözleşmenin imzalanması uygun olacaktır. Tam da bu hususa dikkat çekmek isterim: Hukukta niş alan uzmanlığı kadar önemli vurgu; hukuk muhakemelerine, usule, kaynaklara tümüyle bir hakimiyet ve sorumluluk düşüncesidir.


Doğrudan ve açıkça koreografinin FSEK kapsamında eser korumasına konu olması, 1983 yılında kanunda yapılan değişiklik ile gerçekleşmiştir. Her ne kadar fikrî mülkiyette ülkesellik prensibi varsa da globalde yaşanan tüm değişim ve dönüşüm izleğinde kavramlar yeniden sorgulanmalı, tanımlanmalı, betimlenmeli; olan hukukun yanında, olması gereken hukuk muhakkak beyan edilmelidir. 


Belirtmek isterim ki: 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun ilgili maddelerine göre eser sahibinin mali hakları arasında çoğaltma ve yayma hakları da sayılmıştır. Eser sahibi yani performans sanatçısı, mali haklarını usulüne ve yasanın öngördüğü şartlara göre devretmişse çoğaltma ve yayma hakkı da devralana geçmiştir. Dolayısıyla eserin yeniden ve farklı kişilerce sergilenmesi isteniyorsa sözleşme ile devredilen hakların adı, niteliği, devir sözleşmesinin geçerlilik koşullarına uyulup uyulmadığı önem kazanmaktadır. 


Yeniden sergileme, çoğaltma ve yayma hakkının kullanılmasını isteme halinde; hakları devralan varsa kendisinden, haklar halen performans sanatçısında ise sanatçıdan, yazılı izin alınması ya da telifi ödenerek sözleşme hazırlanması uygun olacaktır. Öte yandan, hukukta her olay kendi içinde değerlendirilmelidir ve somut vakanın her zaman farklı şartlar, konular, sonuçlar taşıyabileceği göz önünde bulundurulmalıdır. Performans sanatçısı ile eserini devralan arasında yapılan sözleşmeden, performansın aynı kişi ya da farklı sanatçılar tarafından sergilenmesine kadar ciddi yasal ve teknik bilgiler söz konusu olduğundan daha sonra ihtilaf yaşanmaması için uzman bir avukattan muhakkak danışmanlık alınmasını öneririm.

Günümüzde, dansın ve performansların sahip olduğu etkileşim oranı ve ekonomik değeri göz önünde bulundurulduğunda detaylı tetkikler, revizyonlar, müzakereler zaruret arz etmektedir. Evet yasa, eser ve eser sahipleri lehine olmak üzere regüle edilmelidir, tanımlar dijitalden dansa, performans sanatından icracı sanatçıya mutlaka netleşmelidir. Bununla birlikte, önemli olan; karar vericilerin ve uygulamayı sağlayanların itinası, anlayışı, fikir birliğidir. 


"The Undeniable Existence of Memory", Fotoğraf: İlkin Eskipehlivan, 2025.
"The Undeniable Existence of Memory", Fotoğraf: İlkin Eskipehlivan, 2025.

İCRACI SANATÇI KİMLİĞİ 


Dansçılar, balerinler ve performans sanatçıları, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun 80. maddesi ile “icracı sanatçı” olarak korunur. Prof. Dr. Şafak Erel Hoca’ya atıfla; “icracı sanatçı kendisine ait olmayan bir eseri icra ve temsil ederek, o esere ruh ve anlam kazandıran kişidir. Şayet eserin sahibi yarattığı eseri icra ve temsil ederek mesela bir besteci kendi eserini çalıyorsa, o takdirde eser sahibi sıfatıyla korunduğu için icracı sanatçı ayrıca bir korumaya gerek yoktur.” İcra ve temsil açısından dans eden ve performans sanatçısı eserin, koreografinin kendilerine ait olup olmamasına göre ya eser sahibi ya da icracı sanatçı kimliğiyle korunacaklardır. Kaldı ki burada da hususiyet niteliği öne çıkmaktadır. İcracı sanatçının korunması, ancak orijinal bir fikrî emek ürünü olması halinde mümkündür. Nitekim FSEK m. 80/1’de de “…fikir ve sanat eserlerini özgün bir biçimde icra eden, yorumlayan icracı sanatçılar…” dan söz edilmektedir. İcracı sanatçıların hakları Kanunda daha ziyade mali haklar yönünden korunmuş, manevi haklara ise sadece “Adın Belirtilmesi Hakkı” babında temas edilmiştir. 


Sanatçının performansı üzerindeki maddi ve manevi hakları, özellikle izinsiz kayda alma, çoğaltma ve kamuya iletim durumlarında korunmaktadır. Ayrıca icracı sanatçı, eser sahibinden farklı olsa da sahneye koyduğu yorumla kendi özgün katkısını sunar; bu da onu sadece yorumlayan değil, aynı zamanda sanat eserine ortak olan kişi kılar. Performans sanatı gibi bedensel ve spontan bir üretim biçiminde bu haklar, sanatçının görünürlüğü ve emeğinin tanınması açısından daha da hayatî hâle gelir.


DİSİPLİNLERARASILIK, YARATICILIK VE HAKKANİYET


Burada asıl mesele, disiplinlerarası akımların ve üretim biçimlerine hukuki yaklaşımın doğru idrakidir. Etik perspektif ilintisinde olumlu dönüşümlerden bahis açmakta fayda var. Yargıtay’ın yaklaşım değiştirerek hükmettiği bir içtihadında “bilirkişi raporlarının bağlayıcılığı ve hakimin teknik konuları değerlendirme yetkinliği”ne ilişkin yargısı ve hakimin bilirkişilerin görüşlerine tamamen bağlı olmayıp bizzat ihtisas makamlığı nedeniyle kendi görüşüne dayanması gerektiği konusunda aldığı yeni karar çok mühimdir. (Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, 2023/3573 K.) Evet, uygulamaya yön veren Yargıtay içtihatları maddi hakikatin, mesnetli gerekçelerin, hakkaniyetin gücü ile değişebilmektedir. Bu bize ne gösteriyor? Sanattan hukuka alan diyaloglarının varlığı dönüştürücü olabilmektedir. Bu nedenle doğru bildiğini derinlemesine incelemek, gerçeği tespit etmek, süreğen çözüm realitesini ciddiyetle talep ve ısrar; kıymetli, kayda şayan, nihai sonuçları getirmektedir. Bu durum bana bir Kanadalı üstadımı, Avukat Elise Orenstein’in sözlerini de hatırlatıyor: Orenstein, “70’lerde hukuk fakültesindeyken koreografi ve telif hakkı üzerine bir makale yazmıştım ve o makale o yıl telif hakkı yasasını değiştirmek için parlamentodaki daimi bir komiteye sunumumun temelini oluşturdu,” diyor. Sistematik ve ön kabullere dayalı hukuk sisteminin muhakkak hakkaniyet ideasına dayanmasını ve adaletin tesisini teminen belli doğruları dile getirmeli, ileri sürmeli, savunmalıyız. İşte bu nedenle, Kıta Avrupası Hukukunun temeli Roma Hukuku’ndan aldığımız düşünce ve yöntem biçimiyle; makale boyunca dillendirdiğim, De lege lata  - Olan Hukuk ve  De lege ferenda - Olması Gereken Hukuk bağlamında mali ve manevi haklara dikkat çekmenin öneminin, adalet saikinin altını yeniden yeniden çiziyorum. 


Adorno’nun tespiti konumuz için bilhassa geçerlidir: “En bireysel olan, en genel olandır!” Bu mânâda bir dansçının, bir koreografın, bir performans sanatçısının eserinin ya da icrasının korunması ve adalet duygusunun yerini bulması tüm bir adalet evreninin tezahürüdür. Bu nedenle, uygulamada ciddiyetle ele alınacak mevzu hak bilmek, ihtimam içeren bir adalet anlayışına ve edimine sahip olmaktır. Çerçevesi sağlam çizilmiş sözleşmelerle, yazılı izinlerle, mutlak ve ispatlanabilir mutabakatla, tutarlılıkla kendini gerçekleştirme ve insanlığın bu zamanında sanat üretimi; somut her bir eserden, her bir dans adımından, her bir yaratım istencinden medeniyetler birikimine adalet önermesi olacaktır. 



"ROTA", Fotoğraf: Ayten Çelik, 2025.
"ROTA", Fotoğraf: Ayten Çelik, 2025.

KAYNAKÇA:

1.Pınar Sönmez, “Aşk, Yaratıcılık ve Yasa”, Alfa Yay., 2019
2.Prof. Dr. Şafak M. Erel, Türk Fikir ve Sanat Hukuku, İmaj Yayıncılık, 1998
3.Prof. Dr. Ünal Tekinalp, Fikrî Mülkiyet Hukuku, Turhan Kitabevi, 2019
4. David Kline, Introduction to Intellectual Property, OpenStax, 2021
5. David I. Bainbridge, Intellectual Property, 10th Edition, Pearson Education, 2018
6. Theodor W. Adorno, Minima Moralia, Metis Yay, çev: Orhan Koçak, Ahmet Doğukan, 2021, s. 49 
7. Montesquieu, Kanunların Ruhu Üzerine (De l'esprit des lois), İş Kültür Yay, çev: Berna Günen, 2020
8.Pınar Erol, Mimesis Dergi, Pina Bausch söyleşi. 






ree


SAHA Yazı Dizisi kapsamında desteklenmiştir /

Supported by SAHA Art Writing









Yorumlar


bottom of page