top of page

Videodans, Teknoloji ve Mustafa Kaplan’ın “Kayıp Cümleler Atlası” Üzerine

  • Yazarın fotoğrafı: Ekmel Ertan
    Ekmel Ertan
  • 23 May
  • 11 dakikada okunur

Geçtiğimiz yıllarda Mustafa Kaplan’la yaptığımız bir iş birliği sürecinde Mustafa’nın ürettiği pek çok videoyu izleme şansım oldu. Bunların bir kısmı performans dokümantasyonları idi, bir kısmı dokümantasyonlardan kurgu marifetiyle üretilmiş filmlerdi, bir kısmı video için yapılmış performanslardı bir kısmı da beden, hareket ve mekan ile ilişkilenen kendi başına videolardı. Belli bir sürede hepsini çok farklı ardaşıklıklarla tekrar tekrar seyredince dans ve video ilişkisine bakışım değişti ya da o zamana kadar fark etmediğim şeyleri anladım. Video, beden, mekan, hareket ve zaman ilişkisini yeniden keşfediyordum.


Mustafa Kaplan’la tanışlığım ve dostluğum Çatı’nın kuruluş yıllarına, hatta öncesine gider; 2000’lerin ilk yarısı diyelim. O tarihlerde ben de Yeni Medya Sanatı ve yeni medyanın doğal koşulu olarak, medyumları ve disiplinleri bir araya getiren sanatsal üretimlerle ilgileniyordum. Henüz başka pek çok ismin yanı sıra, Multimedya Sanatı diyorduk; Yeni Medya Sanatı kendi tarihini yazmaya başlayalı çok olmamıştı. Özlem Alkış’la dans ve teknoloji üzerine, farklı disiplinden sanatçı, araştırmacı ve teorisyenin katılacağı uzun süreli bir geliştirme atölyesini gerçekleştirmenin planlarını yapıyorduk. Özlem dans eğitimi için yurtdışına çıkınca sonuna erdiremedik; 2007’de amberFestival’i yapmaya başlayacaktık. Ondan önce, 2006’da Aylin Kalem’le TECHNE Dijital Performans Platformu’nu yapmıştık. Beden İşlemsel Sanatlar Derneği’ni 2007’de kurduk ve aynı yıl, ben (Ekmel Ertan), Özlem Alkış ve Nafiz Akşehirli’nin başını çektiği amberFestival’i gerçekleştirmeye başladık. amber Sanat ve Teknoloji Festivali bir Yeni Medya Sanatı festivali idi. 



80’lerle başlayan dijital devrimin yansımaları, 90’larda sanat alanında görünmeye başlamıştı. Bu yazı bağlamında, pek yakında kaybettiğimiz Teoman Madra’yı anmadan geçemeyiz. Teoman Madra o sıralarda, bir yandan daha önceleri Amiga bilgisayarlarla başladığı çalışmalarını, dönemin yaygınlaşan bilgisayarlar ve yazılımları ile görsel üretmeye devam ederek sürdürüyor öte yandan farklı disiplinlerden sanatçılarla müzik, dans ve videoyu bir araya getiren işler üretiyordu. Madra 90’larda, üretimleri ile dünyayı, dünyadaki teknolojik gelişmelerin sanat alanına yansımasını takip eden nadir Türkiyeli sanatçılardandı. Hatta görsel sanatlar alanında üretim yapan tek sanatçıydı, anabileceğimiz diğer isimler müzik alanındandı. Madra’nın söz konusu  videoları ve diğer işlerini Selçuk Artut’un yürüttüğü Teoman Madra Arşivi çalışması ile sınıflanıp, muhtemelen günün teknolojilerine uyarlanıp, erişime açıldığında izleme şansımız olacak. Belki ondan sonra Türkiye’de videodans tarihçesine yeni notlar düşmek gerekecektir.


2007’de Özlem Alkış ve Pep Garriguez’in koreografisini yapıp performe ettikleri dans parçası “Just Marking”in interaktif ışık tasarımını yaptım. Bu oyunu 2007-2009 arasında Avrupa’da pek çok kez sergiledik. Bir yandan da amberFestival’in kürasyonu dolayısı ile  dünyayı, öte yandan Türkiye’de yeni dans ve teknoloji işbirlikleri geliştirmek üzere Çatı çevresini ve Çatı’dan bağımsız, belki de Türkiye’de en canlı ve üretken günlerini yaşamakta olan dans camiasının içindeydim. Takip eden yıllarda amberFestival’in tüm edisyonlarında çeşitli dans, performans işleri sergiledik. Zira teknoloji ile sanat kesişiminin en heyecanlı uygulamaları dans alanında gerçekleşiyordu. Beden İşlemsel Sanatlar Derneği (amberPlatform) kendi kısa tanımında “Beden-işlemsel sanatlar teknolojik süreçlerle bedenin etkileşimini içeren sanatsal formlara işaret eder.” diyordu; beden ve etkileşim odak noktalarımızdı. Özellikle hareket izleme (motion tracking, motion capture -MOCAP) teknolojilerinin hızlı bir biçimde gelişmekte olduğu 2000’li yıllarda etkileşim (interaction) ve etkileşimin imkan verdiği anlatım biçimleri Yeni Medya Sanatının da odaklarından biriydi. Dansçının hareketlerini takip ederek üretilen ses ve görselleri sahneye yansıtan; dansçının sahnenin görsel tasarımını, ışıkları ve sesi kontrol ettiği pek çok eser ortaya çıkmakta ve sergilenmekteydi, kimi örneklerini amberFestival’de de sergiledik.


Yeni medyanın sıcaklığı dolayısı ile o dönemde etkileşimli olmayan veya yeni teknolojiler marifeti ile gerçekleşmeyen işler ve dolayısı ile videodans ilgi alanıma girmemişti. Bu tür video işlerini yeni medya sanatı olarak değil, dans dokümantasyonu veya video sanatı olarak sınıflıyordum. Bu hala değişmiş değil ama videodans çok yaklaşmışken teğet geçtiğim bir alan oldu. 


Videodans örneği olan ilk işler, deneysel sinemanın öncüsü olan Maya Deren’e ait. Maya Deren “A Study in Choreography for Camera”yı (Kamera için bir Koreografi Çalışması) 1945’de yapıyor. Talley Beatty’nin dans ettiği bu filmde, bir orman içerisinde kamera sola doğru kayarken ağaçların arasında dansçının hareket eden bedeni kadraja giriyor, kadrajdan çıkıyor, kamera kaymaya devam ederken dansçı tekrar giriyor... Bu videodans türünün ilk ve çok iyi bir örneği. Elbette video teknolojisi henüz yok (film peliküle kaydediliyor), dansçılar video kullanmaya 70’lerde başlıyor, videodans terimi kullanıma çok sonraları giriyor. Deren deneysel sinemacı zaten, dans alanından gelmiyor. 


Dans alanından gelen, kendi bedeni ile çalışan, bedeni üzerine düşünen, malzemesi kendi bedeni olan sanatçıların çok farklı kavrayış ve üretimleri olduğunu düşünüyorum.  Bu kısmen beraber çalışanlara da sirayet ediyor.


1966’da modern dansın öncülerinden Yvonne Rainer Hands Movie diye bir film yapıyor. Bir elin 5 parmağının hareketlerinden oluşan bu koreografi kaydedilmek üzere tasarlanmış bir iş (Deren’in işinin adındaki gibi, choreography / dance for camera). Elbet bu da film olarak kaydedilmiş. Bunda Deren’inkinin aksine kamera pasif bir eleman, sadece bakıyor, dahil olmuyor. Montaj gibi sinema teknikleri de kullanılmamış. Bu yanıyla bugün videoya dair kamera ve kurgu tekniklerinin  koreografinin parçası olduğu videodans filmlerinden farklı olsa da hem kamera için tasarlanmış olması,  hem de tarihsel olarak ilk örneklerden bir olması bakımından videodans örneği olarak sınıflamak gerekiyor.


Merce Cunningham da dans alanından gelip video ile dans arasında ilişki kuran ilk sanatçılardan biri. Nam Jun Paik gibi sanatçılarla işler üreten video sanatçısı Charles Atlas 1971-83 yılları arasında Cunningham’ın dance kumpanyasında kadrolu video sanatçısı olarak çalışıyor. 

Ancak Cunningham koreografilerinde teknoloji kullanmaya; video ile yaptığı çalışmalardan önce, 60’ların ortalarında başlıyor. Nam June Paik, John Cage, David Tudor gibi sanatçılarla Yeni Medya Sanatı tarihine giren, türünün ilk örnekleri olan işler yapıyor. Elektronik müzik veya ses kullanıyor, dansçının etkileşimiyle sesi ve görseli kontrol ettiği deneysel işler üretiyor. John Cage Variations V’i 1965 yılında Merce Cunningham dans kumpanyası için yapmıştı. Cage ve David Tutor hareketten etkilenerek ses üreten iki sistem tasarlamıştı. Birinde Dansçının sahne ışıkları ile fotosellerin arasına girerek ışığı kesmesiyle tetiklenen sistem kısa dalga radyo alıcılarını ve teypleri çalıştırıyordu; diğerinde ise Dansçı antene yaklaşınca mesafeye göre ses üretmeye başlıyor bu arada -farklı gösterimlerinde- Dansçıların arkasındaki perdeye ise Stan VanDerBeek ve Nam June Paik'in manipüle edilmiş televizyon görüntüleri yansıtılıyordu.

Merce Cunningham dans ve teknoloji ilişkisi ile sadece yeni ifade biçimleri geliştirmesi ve performansa katkıları için değil, teknolojinin beden ve hareket araştırmalarına getireceği yeni imkanlar açısından da ilgileniyordu. 1989 yılında Merce Cunningham, dansçı ve yazılımcı Thecla Schiphorst ile birlikte Lifeforms adını verdikleri bir yazılım geliştirmişlerdi. Cunningham’ın teknolojiyi hareket araştırmaları ve koreografilerinde kullanmak fikri ile başlayan çalışma daha sonra Vancouver'da Simon Fraser University’de bir ekibin kurduğu Credo Interactive tarafından ticari bir yazılıma dönüşmüş ve uzun yıllar dansçılar, animatörle, video efekt uzmanları ve oyun tasarımcıları tarafından kullanılmıştı. Bugün 3D ve yazılım alanındaki gelişmelerin ardından ticari iddiasını kaybetmesine rağmen, 80-90 arasındaki yazılım ve firmalar arasından bugüne kalan tek firma Credo Interactive’in yazılımları hala küçük bir topluluk tarafından kullanılıyor. Ürünleri arasındaki dans ve koreografi ile ilgili yazılımları web sitesinden ücretsiz olarak indirip kullanabilirsiniz de.  


Merce Cunninham’ın  1971’de ilk gösterimi Museum of Modern Art, New York’ta yapılan Loops isimli, beden parçalarıyla yaptığı kısa performanslardan oluşan bir işi var. Oturduğu tabure üzerinde sadece el hareketleriyle yaptığı Hands de bu parçalardan biri. Hands’in erken bir kaydı var. Belki de ilhamını Rainer’den alan bu iş, muhtemelen bir Tv kaydı, bir dokümantasyon; videodans işi değil. 


Ama Cunningham’ın Loops’u 2001’de Paul Kaiser ve Shelley Eshkar’a esin kaynağı oluyor. Marc Downie and Paul Kaiser ve Shelley Eshkar (2014’e kadar) tarafından kurulan OpenEndedGroup Loop’un koreografisini, yani Cunningham’ın el hareketlerini veriye dönüştürüp işleyerek 2001-2011 arasında çeşitli dijital versiyonlarını, 2017-2019 arasında VR versiyonunu ve son olarak AI versiyonunu üretip ve sergiliyor. Bu da videodans’ın bir adım sonrasına dair bir iş, yeni medya sanatı olarak anılan bu işi yazının ilerisinde tartışacağımız screendans olarak sınıflamak da mümkün.


***

Dans ve teknoloji ile bir şekilde iç içe olmama rağmen videodans alanına ilgi duymam epey geç oldu; Onur topal Sümer’in 2007’den beri büyük direnç ve özveriyle sürdürdüğü, bir yandan da hep işbirliği yapmaya çalıştığımız Dans Kamera İstanbul’a rağmen. Daha derinden, bir şekilde dahil olmam, işe girmem gerekiyormuş.

Mustafa Kaplan ile 2000’lerin başından bu yana Çatı çevresinde, Filiz Sızanlı ile birlikte yürüttükleri Taldans’da ve çeşitli üretimlerinde pek çok kez yan yana geldik, birlikte çalıştık ya da sohbet ettik. 2022’de Mustafa, bana bir işbirliği önerisi ya da destek teklifi ile geldi.


90’lı yıllarda TAL Stüdyosu’nda çalışmalar yaparken kapılar ve geçitlerle ilgili bir proje üzerine düşünüyordum. Bir oda içerisindeki oyuncu / dansçı, odadaki iki kapıdan birini seçerek bulunduğu odadan başka bir odaya geçiyor, yani A ya da B kapılarından birini seçip yoluna devam ediyordu. İzleyici, kapılardan birini seçtikten sonra girdiği odadaki sergiyi / kısa gösteriyi izledikten sonra çıkmak için geri dönemiyor, yine başka iki kapı arasında tercih yapması gerekiyordu. Toplamda 10 kapı seçimi yapıyordu ve 10 tane oda ziyaret ediliyordu. 10 adet sergi / gösteri izleyebilecekti ama seçmedikleri kapıların arkasındaki odalarda izleyemedikleri sergi / gösteriler kalıyordu. İzleyemedikleri gösterileri izlemek için en baştan oyuna tekrar girmeleri gerekiyordu.


Covid-19 Pandemisi koşullarında prova yapmak ve sahnelemek için yer bulmanın ve çalışmak için bir araya gelmenin zorluğu nedeniyle bu fikri video üzerinden nasıl yapabileceğimi düşündüm. Bu mecburiyet, çok güzel bir olanağı önüme çıkardı. Bilgisayar ekranını bir oda olarak kullanabileceğimi düşünürken bilgisayar ortamında bir sitenin ya da birçok programın ana ekranının ‘home’ / ‘Ev’ olması güzel bir tesadüf olarak karşıma çıktı.


Mustafa pandeminin yarattığı boş zamanı kullanmak istemiş; yüksek lisans yapmaya, elektronik  mühendisliği eğitiminin kendi dans pratiğindeki izlerini sürmeye karar vermişti. Kafasında yeniden canlandığını söylediği koreografideki kapılar, bir yandan da transistor gibi devre elemanlarının temelini oluşturan mantık kapılarıydı. Pandemi koşullarının kısıtlamaları ile video da devreye girince süreç dijital ortama taşınıvermişti. Mustafa’yla oturduk ve düşündüğü yapıyı bir dijital koreografiye dönüştürecek uygulamanın nasıl olabileceğini tartıştık. Kullanıcının seçimleriyle videolar üzerinden ilerleyen web tabanlı bir uygulama geliştirmeye karar verdik.



“Bir oda içerisindeki oyuncu / dansçı, odadaki iki kapıdan birini seçerek bulunduğu odadan başka bir odaya geçiyor, yani A ya da B kapılarından birini seçip yoluna devam ediyor” diyordu Mustafa. Kapıları seçen oyuncu / dansçının yerini Kayıp Cümleler Atlası’nda izleyici / kullanıcı aldı. Böylece yeni medyanın hararetli döneminde en çok konuşulan, ve pek çok örneği üretilen bir işe girişmiş olduk: doğrusal olmayan, etkileşimli bir anlatı (nonlineer interactive storytelling) geliştirmeye başlamıştık. Biz dediğime bakmayın, anlatıyı geliştiren Mustafa’ydı, ben kapıları açıp kapatıyordum. 


Doğrusal olmama meselesi (nonlinearity) yeni medyanın temel özelliklerinden birisi. Elle veya daktilo ile yazmak ile bugünkü dijital ortamda yazı yazma deneyiminizi karşılaştırın. Dijital medya ile düşünme biçimimiz de değişti. Belki de düşüncenin hiçbir zaman doğrusal olmadığını kabul edersek, yeni medya düşündüklerimizi aktarma biçimimizi, ifademizi özgürleştirdi. Mustafa’nın anlatısı da tam bu özgürleşme üzerine kurulu. Başı sonu belli bir hikaye anlatmıyor, tüm değişimleri, dönüşümleri, tekrar eden örüntüleri ve duygulanımlarıyla kendi retrospektifini, 30 yıllık sanat hayatını izleyiciyle paylaşıyordu. Yaşam bir yanıyla doğrusal olsa da, sanat değil.


Bu kolay bir kurgu değildi. Kullanıcı A veya B kapısını seçiyor, seçimleriyle ilerliyordu. En basit hali ile sadece iki kapı olsa ilk seçimden sonra iki video, ikinci seçimden sonra 4 video ama toplamda 7 video (videoları farklı odalar gibi düşünün); doğrusal bir akışla (yani geri dönüşler ve tekrarlar olamadan) ilerlese, n’inci kapıdan sonra 2n+1-2 video gerekiyordu. Yani Mustafa, fikrini anlatırken örnek verdiği gibi akış içerisinde izleyiciye 10 seçim yapma izni verse, 2046 video hazırlaması gerekiyordu. İşin başında bu bizi korkuttu. Üstelik bizim yapımızda bazen iki, bazen üç, çoğunlukla da dört kapı vardı. Ama elbet çözümü vardı; birincisi gerçekten yeterli sayıda video üretmek, ikincisi geri dönüşlere ve tekrarlara izin veren bir koreografi oluşturmaktı. 


Ben arayüzü kurup, yazılımını yapmaya başladım. Mustafa koreografik yapıyı kurdu, dramaturjisi üzerine çalıştı, akışın kurallarını ve senaryosunu belirledi ve içeriği oluşturan videoları hazırladı. Kendi pratiğine bakacaktı, dolayısı ile aslında elinde bir kısmı performans dokümantasyonları, bir kısmı video için yapılmış performansların kayıtlarından oluşan zengin bir video kaynağı vardı. 


Retrospektif fikrini çalışmak için kendi arşivimden videoları seçtim; bu videoların bir kısmı site-specific / mekâna özgü işlerden, bir kısmı sahne için yapılan işler oldu. Arşivimden seçtiğim videoların bir kısmı uzun videolardı. Seçtiğim bütün videoları 1.45-2.00 dakika arasında kısalttım. Üreteceğim yeni oyunun / koreografinin akışında bir bütünlük oluşturmak için, yeni kısa videolar ürettim. [Video kurgu] program[ın]daki bütün hareket ve kadraj imkânlarını kullanarak ‘videografi’ olarak isimlendirilebilecek kısa videolar ürettim. Yazılar ve fotoğrafları da video formatına dönüştürdüm.


Önce eldeki videolarla işe başladık, sonra izleyici / kullanıcı deneyimi hesaba katılınca, videoların süreleri, içeriğin dramatik yapısı ve anlatının kurgusu üzerine düşünmeye başladık. İzleyici / kullanıcı kendi rotasını seçiyor; izleme süresini belirliyor, bazı odalarda videoları durdurup başlatarak, sesleri ayrıştırarak, tam ekran yapıp geri dönerek izleme deneyimini çeşitlendiriyor ama deneyimin sonunu kendisi belirleyemiyor… 


Mustafa tüm videoları kesip biçerek, eldeki malzemeden yeni videolar üreterek onlarca videodan oluşan bir videodans kataloğu hazırladı; bunların içerisinden 140 tanesi kullanıldı. Öte yandan tüm bu kullanıcı deneyimine izin verecek ama anlam ve yapısını kaybetmeyecek dramatik kurguyu da oluşturdu.


İşte benim videodans’ı yeniden anlamlandırışım bu noktada oldu. Bu videoların hiç birisi artık bir performansın dokümantasyonu değildi, video için yapılmış performansların kaydı değildi; her birini kurduğumuz yapının içinde kendi başına duran videodans işleri olarak görmeye başladım. Mustafa videograf diyor, belki bu bizim örneğimizde daha doğru bir isimlendirme, ama…


Videodans, kamerayı yalnızca bir kayıt aracı olmaktan çıkarıp koreografinin aktif öznelerinden biri olarak konumlandırırken, kurgunun da tüm imkanlarından yararlanan bir tür. Video medyumunun teknik olanaklarının yanı sıra, video ve film ekseninde oluşmuş haber, müzik klibi, belgesel, sinema, hareketli grafik gibi tüm türlerin konvansiyonlarını ve estetik normlarını da içselleştirerek özgün bir ifade alanı açıyor. Kayıp Cümleler Atlası’nda tüm bunlara yeni medyanın etkileşim, doğrusal-olmama gibi özellikleri ve konvansiyonları da ekleniyor. Mustafa’nın videodans değil de videograf deyişi bu bağlamda anlam kazanıyor, çünkü tüm videolar kendi başına bir eser olarak değil, bu yapı içerisinde kullanılmak üzere yapıldı; anlamları bu bütünün içerisinde açığa çıkıyor. 



Fotoğraf gibi videograf; yani bir ânâ, bir duruma dair tekil video kayıtları olarak düşünüyorum videograf terimini; bendeki çağrışımı bu. Ingilizce’de videographer, videografi sözcükleri var ama videograf diye bir sözcük yok; en azından kullanımda değil. Ama bana anlamlı geldi bu terim; fotoğraf gibi, deklanşöre basıyorsunuz fotoğraf oluyor; kayıt düğmesine basıyorsunuz videograf oluyor. O tekil anın hareketli görüntüsü; ham, kameradan çıktığı gibi. Bunun karşılığı sinemada plan olabilir; ama plan sahne, sahne sekans, sekans film içerisinde anlamlı birimler. Tek planlık film de olur, ama ona da film diyoruz. Klip ise video için kullandığımız bir başka terim, klip her şey olabiliyor; kısa parça olmak dışında bir anlamı ve aurası olmayan bir sözcük. 


Bir de screendance terimi var. Screen dans teknik yerine medyayı öne çıkarıyor; ekranlar (screen) dijital dünyanın hayatımıza soktuğu nesneler. Screendans videodan sonra hayatımıza giren teknolojileri de kapsıyor, dijital teknolojiler giriyor çerçeveye. Dijital girince kamera da gerekli değil artık, plan da anlamını kaybediyor. Belli bir teknik ya da teknolojiye bağlı terimler kaynağından kopuyor ama kullanılmaya devam ediyor, ve yeni terimler terminolojiye ekleniyor.


Modern dans video teknolojisini erken döneminde sahiplendi. Dansçılar videoya hep çok yakın oldu. Bunun uçucu performansların kaydını tutabilmesinden başka, önemli bir nedeni de notasyonun yerini alması, bir tür dans yazımı tekniği olarak kullanılmasıydı. Cunningham Lifeforms’u da bu nedenle kullanıyordu, koreografi için bir araştırma ve notasyon tekniği olarak. Video çok daha yaygın, ucuz ve kullanımı kolay.


Mustafa’nın arşivindeki -dediğim gibi- videoların bir kısmı performansların dokümantasyonları, bir kısmı video için yapılmış performanslar, bir kısmı da videodans işleri. Kayıp cümleler Atlası’ı için Mustafa bu videoları kaynak olarak kullanıyor ama olduğu gibi değil; onlardan yeni videolar, benim her birini videodans işleri olarak izlediğim videoları üretiyordu.

Ancak Kayıp Cümleler Atlası’nda esas olan tek tek videolar değil, ya da rastlantısal olarak ard arda veya yan yana gelen videolar izlemiyorsunuz. Videoların ekranda yan yana gelişlerinde veya birine tıklayarak (kapıyı açmak) gittiğiniz yeni ekrandaki videolarla ilişkisinde incelikli bir örgü var. İlişkiler ve ilişkilenmeler üzerine kurulu bir koreografi. İlişkiler bazen formel olarak kuruluyor, benzer bir hareket, bir an, bir biçim; bazen ses ve müzik üzerinden; bazen dönemsel çağrışımlar, bazen duygusal içerik, bazen ironi ile birbirine bağlanıyor ekranlar. Koreografi birkaç katmanda karşınıza çıkıyor: tekil videolarda, bazen kaydedildiği hali ile bazen kurgusu ile; ekrandaki videoların yan yana gelişlerinde, görsel, işitsel veya tematik içeriklerinde; ve mümkün kapılardan birini seçerek bir birine bağlanan ekranlar arasındaki ilişkilerde… 


Kayıp Cümleler Atlası’nın birçok bakımdan çok önemli olduğunu düşünüyorum; Mustafa kendi retrospektifini bir dizi video kaydı, bir belge ya da dokümantasyon olarak değil; 30 yıllık sanat hayatını, dansçı ve koreograf olarak kariyerini serimleyen yeni ve başka bir iş olarak sunuyor. Bu iş bir yanıyla bir retrospektif olarak hem sanatçının değişim ve dönüşümüne şahitlik ediyor, öte yandan da Türkiye’de dansın, bedeninin, koreografi anlayışının, çeşitli referanslarıyla kültür sanat sahnesinin, sosyal ve politik hayatın izlerini yansıtıyor.


Mustafa mühendislik formasyonunun kendi pratiğindeki etkisini araştırmak için yola çıkmışken, sonunda o etkiye teslim oluyor. Tüm işlerindeki matematiksel düzen, hiçbir zaman izleyiciyi anlamsızlığın boşluğuna düşürmeyen sağlam örgü, güçlü ritim duygusu belki gerçekten mühendislik formasyonundan geliyordu, sonunda dansı teknolojiyle birleştirdiği bu iş de muhtemelen öyle.


Öte yandan Türkiye dans camiasında örneği olmayan bir iş. Bir etkileşimli hikaye anlatımı olarak (da) sınıflayacağımız bir iş olarak da öyle.


Kayıp Cümleler Atlası’nı https://mustafakaplan.net adresinde bulabilir, izleyebilirsiniz / kullanabilirsiniz.


***


Mustafa’nın videodans parçaları Türkiye’deki diğer dansçıların da benzer üretimlerini merak etmeme sebep oldu. Bir süre önce, bir çağrı yaparak dansçılar tarafından üretilmiş ama bir dans performansının kaydı veya dokümantasyonu olmayan videolardan oluşan bir gösterim düzenlemek düştü aklıma (böylece ben de izleyebilirdim :). İzlemek istediğimin çağdaş sanat veya görsel sanatlar çerçevesinde video sanatı, video yerleştirmesi gibi sınıflamalarla andığımız filmler olmadığını biliyordum. Bir yanıyla çok geniş ama bir yanıyla da dar bir aralık vardı benim aklımda. Evet videodans’tan söz ediyorduk ama Dansçılar tarafından yapılmış olmalıydı; dansçıların  görsel sanatçılardan farklı bir mekan, beden ve zaman algısı bir yandan da farklı bir dilleri vardı. 













SAHA Yazı Dizisi kapsamında desteklenmiştir /

Supported by SAHA Art Writing





Comments


bottom of page